KUL HAKKI
- ibrahim celik
- 14 May
- 3 dakikada okunur
Biz müslümanlar bütün bir hayat içerisindeki davranışlarımızı Allah ve insanlar ile ilişkilerimizi göz önünde bulundurarak iki kısma ayırmışız:
1- Allah'a ait olan haklar: Bu bağlamda namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri Allah'ın kulları üzerindeki hakları kapsamında değerlendiririz. Ardından da "Allah dilerse bunları affedebilir" diyerek önem sırasına göre ikinci sıraya koyarız.
2- Kullara ait olan haklar: Bu bağlamda dedikodu yapmaktan tutun da hırsızlık, tokat atma, yaralama ve insan öldürmeye varana kadar insanlara maddi ve manevi zarar veren her şeyi bu kategoride değerlendiririz. Ardından da "Kul affetmedikçe, hakkını helal etmedikçe Allah bile affetmez" diyerek bunu da önem sırasına göre birinci sıraya yerleştiririz.
Gerçekten böyle düşünmek ne kadar doğru ve sağlıklıdır? Bu sorunun cevabını bulmak için öncelikle şu hususlar üzerinde düşünelim:
Araf suresinin 54. ayetinde Rabbimiz "Yaratmak da emretmek de Allah'a aittir" buyuruyor. Yani bizi Allah yarattığı için bize emretme hakkı da sadece O'nundur. Bu tartışılmazdır.
Peki, buradan hareketle diyorum ki, bizim kul hakları olarak ele aldığımız konularda Allah'ın bizlere "Hırsızlık yapmayın, insanların mallarını haksız yollarla yemeyin, haksız yere cana kıymayın, dedikodu yapmayın, birbirinizle alay etmeyin, birbirinize lakaplar takmayın, kazançlarınızdan bir kısmını fakirlere verin..." şeklinde emretmesi Allah'ın üzerimizdeki hakkı değil midir? Evet, kesinlikle öyledir. Biz bu konularda Allah'a uyarsak O'nun hakkını teslim etmiş oluruz.
Aynı şekilde Allah'ın "Namaz kılın, oruç tutun, hacca gidin" şeklinde emretmesi de Allah'ın üzerimizdeki hakkı değil midir? Evet, kesinlikle öyledir. Biz bu emirlere uyduğumuzda aynı şekilde yine Allah'ın hakkını teslim etmiş oluruz.
Madem böyle, her ikisinde de Allah'a itaat ederek Allah'ın üzerimizdeki hakkını yerine getiriyorsak, o zaman Allah'ın hakkının bir kısmını ayırıp "kul hakkı" diye tanımlamak ne kadar doğru olur? Ben doğru olmayacağını düşünüyorum.
Ayrıca bu bakış açısında olaya sadece Allah'ın üzerimizdeki hakkı açısından bakmamız gerekirken, hem bu hakkın bir kısmını insanlara vermek hem de insanların hakkını Allah'ın hakkından daha önemli hale getirmek gibi iki yanlışa birden girdiğimizi düşünüyorum.
Hem deniliyor ki, insan bir kula haksızlık yaptığında o kimse helal etmedikçe Allah bile affetmiyor. Bir defa kulluk için yaratıldığına inanan bir insan Allah'ın hakkına son derece saygıyla davranıp O'nun koyduğu sınırlara dikkat ederek yaşıyorsa bu insan niye başka insanlara zarar versin ki? Bırakın insanları hayvanlara hatta tabiata bile zarar veremez!
İnsan olması hasebiyle elbette zaafları, günahları ve haksızlıkları olacaktır. Hatta cahiliye döneminde çok büyük cürümler de işlemiş olabilirler. Ancak dünya hayatında iken ya müslüman olmak suretiyle-çünkü İslam'a girmek önceki hayatı siler- ya da tevbe ile bunları telafi etmenin yollarını da göstermiş Rabbimiz.
Diyelim ki, haksızlık yaptığınız insan ölmüş gitmiş. Sizin onunla artık dünyada helalleşme imkanı kalmamış. Ama siz gerçekten tevbe etmişsiniz, günahlarınıza ağlıyorsunuz. Eğer adam affetmezse hiç yolu yok cehenneme gideceksiniz. Haydi, adamın ahirette de affetmediğini varsayalım. Bugün müslümanların inancına göre kul hakkı olduğu için Allah'da haşa karışamıyor!"
Şimdi bir müslüman olarak bu kadar samimi tevbe ve günahlara dökülen gözyaşının ardından cehenneme mi gideceksiniz?
Allah'a bu denli yönelmiş bir müslümanı Allah bile kurtaramıyor öyle mi? Böyle düşünmekle aslında tevbeyi kabul etme yetkisi kulun eline verilmiş olmuyor mu?
Ben Allah hakkında böyle düşünmekten yine Allah'a sığınıyorum. Bırakın Allah aşkına! Nasıl olmuş da kulun hakkını Allah'ın hakkından daha çok önemli bir hale getirmişiz? Ve nasıl olmuş da Allah'ı kulun karşısında aciz duruma sokmuşuz!
Hadisleri okuduğumuzda ahirette Allah'ın hak sahiplerine çok büyük mükafatlar vererek onları memnun edeceğine ve dolayısıyla gerçekten tevbe ederek Allah'a yönelen kullarını affedeceğine dair rivayetler görürüz. Kişi yeter ki Allah'ı memnun edecek bir hayatı yaşamış olarak Allah'a kavuşmuş olsun. Dünya hayatında samimi bir tevbe ile Allah'ın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur.
Mesela, hadis kitaplarındaki, hayatında 99 adam öldürmüş ama tevbe etmek isteyen şahsı ele alalım!
Bu şahıs bir din adamına gidiyor fakat o din adamı tevbesinin mümkün olmadığını söyleyince çekip onu da öldürüyor. Sonra adamın tevbe arayışı sürüyor. Bir âlimi gösteriyorlar. Gidiyor ve o âlime durumunu izah ederek tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini soruyor. O da "Evet, O'nunla tevbe arasına kim girebilir? (Yani hiç kimse Allah'ın bir kulun tevbesini kabul etmesine mani olamaz) Falan yere git ve orada Allah'a ibadet eden kimseler var, onlarla beraber sen de ibadet et, yurduna dönme, zira orası kötü bir yerdir" diyor. Adam oraya doğru yola çıkıyor fakat yolda ölüm vakti geliyor. Hadisin devamında bur adamın ahiretteki durumu anlatılarak neticede affedildiği belirtiliyor. (Rıyazussalihin)
Bu hadiste de belirtildiği üzere kul Allah'a tevbe ettiğinde kul ile Allah arasına kimse giremez. Allah kullarını memnun edecek güçtedir. Tevvab (tevbeleri kabul eden) sadece Allah'tır. Öyleyse zannettiğimiz gibi "kul affetmedikçe Allah bile affetmez" diye bir şey yoktur.
Dolayısıyla, kul haklarıyla ilgili hadislerin tamamını bu bakış açısıyla değerlendirerek, müslümanların başkalarına haksızlık yapmama konusunda azami gayret göstermeleri için bu hadislerde terhip (korkutma) söz konusu olduğunu düşünüyorum. Yoksa "kul hakkı" denilen şeyleri Allah'ın hakkından daha önemli göstermek ve tevbeyi kabul yetkisini Allah'tan alıp kula devretmek yönündeki bir anlayış ne Allah inancımıza ne de İslam'ın ruhuna uyan bir anlayış değildir.
Alıntı
Hasan EKER
Allah ile mutmain olmak.
Comentarios