Şehit Olmanın Ölçüsü Ölüm Biçimi Değil, Yaşam biçimidir.
- ibrahim celik
- 9 May
- 3 dakikada okunur
İnsan fikir, duygu ve kavramlarıyla beraber tarihin mecrasından geçerken ister istemez birtakım değişimlere uğrar. Kavramlar bir müddet sonra konuldukları asli zemininden kayarak ya içi boşalır veya farklı anlamlar kazanır. Söylemek istediğimizi şu cümleyle de ifade edebiliriz: Bir su, kaynağından çıktığı andan itibaren kirlenmeye/değişmeye başlar.
Bu noktada Allah'ın kitaplar göndermesi ve hele en son gönderdiği kitabın lafzen kıyamete kadar değişmeyecek olması gerçekten Allah'ın bizlere olan en büyük lütuflarından birisidir.
Çünkü değişmeyen kitap sayesinde değişime uğrayan ve yozlaşan kavramları asli yerine koyabiliyoruz. Bu imkân bizlere daima hem inancımızı koruma, hem de inancımızı doğrulama fırsatı vermektedir.
"Şehadet" kavramı bu bağlamda düzeltilmesi gereken kavramlardan biridir. Bu kavram söz konusu olduğunda günümüzdeki müslümanların zihinlerinde şu çağrışımları yapmaktadır.
Kelime-i şahadet getirmek...
Son nefeste kelime-i şahadeti söyleyerek ölmek...
Savaşırken öldürülmek ve şehit olmak...
Şehadet kavramının günümüzde zihinlerdeki karşılığı budur. Oysa bu kavram Kur'ân zaviyesinden incelendiğinde böyle olmadığı görülecektir.
Her şeyden önce bu kavram imâni bir kavramdır. Diğer bir ifadeyle imanın yaşama dönüşmüş halidir. Şahit kelimesi kök itibariyle; tanıklık eden, örnek, ortada olan, görünen, yani canlı bir kimseyi ifade eder.
"Ey Peygamber Biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." (Ahzap/45) ayeti incelendiğinde peygamberin şahit olması insanların gözü önünde onlara canlı bir örnek olmasını ifade eder.
Peygamberler bir insan olarak diğer insanları sözlü bir şekilde imana davet ederken, aynı zamanda da yaşamlarıyla fiili şekilde onlara örnek olmaktadırlar. Peygamberin şahit olması bu demektir.
Demek ki şahit olmak göz önünde canlı olmak, görülmek demek olunca Peygamber öldükten sonra onun şahitliği sona erer. Bu kez onun arkasından mü'minler bu şahitlik görevini yerine getirirler. Yani her müslüman yaşadığı sürece başkalarına şahitlik görevini devam ettirecektir.
"Ve işte böylece Biz seni örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk'ın şahitleri olasınız ve Peygamber de size şahit olsun..." (Bakara/143)
Şahit olmak imanın öngördüğü bir hayatı yaşayarak başkalarına model olmak anlamına geliyor. Bunu en güzel şekilde peygamberler sergilemişlerdir. İnananlar da peygamberleri örnek alıp bu şahitliği sürdürerek diğer insanlara örnek olacaklardır.
Buradan hareketle ilim sahibi bir müslümanın vaaz ederken "Ey Müslümanlar peygamberleri örnek alın" demesi gariptir. Çünkü ilim sahibi olmayan müslümanlar peygamberin nasıl yaşadığını bilmiyorlar. Peygamberimiz de öldüğü için onun canlı şahitliği söz konusu değildir.
Örnek almak ortada örnek alınacak canlı birinin olmasını gerektirir. Dolayısıyla burada şahitliği ilim sahibi olan müslümanlar bizzat yaşayarak yapacaklardır. Çünkü kendileri hem peygamberlerin nasıl yaşadıklarını bilmeleri hem de onların varisleri olmaları sebebiyle tıpkı peygamberler gibi toplumlarına şahit olmak durumundadırlar. Başkaları da bu alimleri örnek alacaklardır.
Şahitlik, doğru yaşamın canlandırılmasıdır.
Yaşamını sürdürürken bu bilinçle hareket eden her bir müslüman, ne şekilde ölürse ölsün şehittir. Yani hakkın şahididir. Şehit kelimesi şahit kelimesiyle aynı köktendir. Lafzen farklı olsalar da ikisi de aynı anlamı ifade etmektedir. Kur'ân'a göre aslolan şahit olmaktır. Şehit kelimesi birtakım hadis rivayetlerinden hareketle İslam kültüründe ön plana çıkmış olup sadece Allah yolunda öldürülen müslümanlara verilen bir isim olarak şöhret bulmuş ve bu haliyle anlam kaybına uğramıştır.
Şehit olmak için zannedildiği gibi mutlaka düşman tarafından öldürülmek gerekmiyor. Hatta tam tersine yaşamını hakka şahit tutmayan bir kimse çarpışarak da öldürülse şehit olamaz.
Peygamberimizin yaşamına ve ölüm şekline bakalım. O tam bir hakkın şahidi olarak yaşadı ama yatağında normal bir ölümle Rabbine kavuştu. Şimdi Peygamberimiz (s.a.v)'e kafirler tarafından öldürülmediği için şehit demeyecek miyiz?
Ya da "Allah yolunda öldürülen bir müslüman peygamberimiz (s.a.v)'den daha üstündür mü" diyeceğiz?
Elbette, hayır, Çünkü Allah katında şehit olmanın ölçüsü nasıl öldüğünle değil, nasıl yaşadığınla ilgilidir.
Şahitlik/Şehitlik kavramı Kur'ân'i bir kavram olduğu için ölçüsünü de yine Kur'ân belirlemiştir. O da bir kimsenin iman ettikten sonra tüm yaşamı boyunca yapacağı her şeyi Allah için ve Allah'a göre yapmaya çalışmasıdır.
Şehit, şahit olmanın sonucudur. Hakka tanıklık ederek yaşayan ve ölen kimselerin dünyadaki canlı hali şahit, ölmüş haline ise şehit denir.
Bugün Kur'ân'ın kriterlerini ölçü olmaktan çıkardığımız için maalesef inancı ve yaşamı ne olursa olsun her öldürülenin şehit olarak sunulduğu yalanlarla karşılaşıyoruz.
Bugün müslüman halkın anladığı manada kesinlikle Kur'ân'ı Kerim'de kafirler tarafından öldürülen kimseye şehit diyen bir ayet yoktur. Evet, Allah yolunda öldürülmek övülmüştür ve bir müslüman için büyük bir mertebedir. Ama bunlara şehit denir, başka müslümanlara şehit denmez diye bir şey yoktur. Günümüzdeki Allah yolunda öldürülenlere şehit denileceği algısı Kur'ân'dan değil bazı hadis rivayetlerinden kaynaklanmaktadır.
Maalesef, Kur'ân'ın öngördüğü gibi yaşamımızı hakkın şahidi kılarak başkalarına örnek olma konusunda biz müslümanlar şahitler olamadık. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, müslüman anne babalar olarak çocuklarımıza ne kadar şahit (örnek) olduk? Kendi çocuklarına bile şahit olamayan başkalarına hiç şahit olabilir mi?
Bu yüzdendir ki Kur'ân' okuyarak müslüman olan birçok kimse "Eğer biz İslam'ı müslümanlara bakarak öğrenseydik kesinlikle müslüman olmazdık" diyorlar. Bu sözlerin bizi derin derin düşündürmesi lazım. Ayrıca toplumumuzda kullanılan "Hocanın dediğini yap ama gittiği yoldan gitme" cümlesi de şahitlik konusundaki halimizi yansıtan başka bir acı gerçektir.
Alıntı
Hasan EKER
Allah ile mutmain olmak.
コメント